3 Ekim 2011 Pazartesi

...

Açtım en sevdiğim adamın resmini, fonda çalan kadının sesi daha bir hiddetlendi sanki tam o esnada.

“Şimdi sen kim bilir nerelerdesin, gelir gecelerden koşarak sesin, adını içimden hala silmedim”  diyor Müzeyyen Senar.

Ben ne zaman mutsuzum desem birilerine “ben de bu aralar kötüyüm” diye başlar karşımdaki “sen çok güçlü bir kızsın bence” diye bitiriverir. Utanırım bazen yaşadığım mutsuzluğu birileriyle paylaşmaktan.

O yüzden ne zaman mutsuzluğun dibine vursam bu hatun yanı başımda bitiverir.

O söyler, ben susarım onu susturup ben söylerim.

Karşımda küçücük bir resim sadece.  Ama ben konuşuyorum, konuşuyorum... Sanki dinliyor beni, sanki anlıyor, sanki duyuyor.

Birileriyle bir şeyleri paylaşmayı ne çok özlemişim. Ama bir resimden bu kadar medet umduğum için nefret ediyorum kendimden..Bir resim bu kadar canımı yaktığı için kahroluyorum..

Hatuna dönüyorum yine;

 “benzemez kimse sana, tavrına hayran olayım” diyor bağırarak.

Düşünüyorum sonra hayran olacak ne var çevremde diye..

Ne hayran olunacak bir mutluluk var, ne hayran olunacak bir arkadaşlık, ne de hayran olunacak bir adam.

Kapatıyorum müziğin sesini. Uyumak istiyorum ama onu da yapamıyorum bu aralar.


6 Nisan 2011 Çarşamba



Bugün altı nisan 2011. Sen dede olalı 51 koca gün oldu. Bizi bu saçma dünya da yalnız bırakıp gittiğinden bu yana ise kocaman 6 sene ..

Şimdi yanımda olsaydın alay ederdim seninle 50 yaşında dede mi olunur diye .

Şimdi yanımda olsan sende alay edecek bir şey bulurdun benimle.  

Ben ne güzel de gülerdim seninle.  

Zaman her şeyin ilacı diyenlere inanmayışım senin gidişinle aynı tarihlere denk gelir. Hala çok saçma bulurum bu cümleyi.

Annemin hiç bitmeyecek yalnızlığının yok olmasına ne kadar zaman gerekir mesela.

Erkek kardeşimin babası olan arkadaşını kıskanması ne zaman geçer.

Benim sana sımsıkı sarılma istediğim ne zaman biter.

Ya da neden bir mazot kokusu ölümü hatırlatır insana.

Şimdi senin yanından geldiğine inandığım o 50 günlük meleği alıyorum kucağıma. Kokluyorum, kokluyorum. Belki senin kokun sinmiştir üstüne başına diye.

Bazen acıyorum ona seni hiç tanıyamadı diye. Ama sonra da ne şanslı diyorum.

Keşke ben de gidişini anlamayacak kadar çocuk olsaydım. Ya da sana doyacak kadar geçkin olsaydı yaşım.

Beni koşulsuz seven tek adam. Seni nasıl özledim ah bir bilsen.

8 Ocak 2011 Cumartesi

...

Yavru kuşum, göz bebeğim, böbreğim, dalağım, herbişeyim olan kankamın doğum günüydü geçen hafta. Bu bahaneyle de  "kanka Kadıköyünü canım çekiyor nicedir gidelim, gezelim, içelim, üşüyelim mi" diyecektim ama bir türlü bulamadım kendimde insan içine çıkma gücünü. Bir sürü süpriz yapmak, başından aşağıya konfetiler atmak, iş yerine kamyon dolusu çicekler göndermek falan geçti içimden ama hayatına girecek erkeği yapacağı süprizler konusunda rencide edebilir bu durum diye tuttum kendimi. Yoksa yaparım kanka biliyorsun :) İyi ki doğmuşsun lan seviyorum seni :)

Perşembe günü üniversiteden ev arkadaşımız olan Burcu ve Elvan ile buluştuk . Sonra bizimkisinin doğum günüsünü de kutladık bu vesileyle. Eskilerden konuştuk, çok güldük, tanışalı kaç yıl olduğunu hesaplayıp şaşırdık, eski fotoğraflara bakıp kendimizle alay ettik. Bir de ben erkek olsaymışım bayağı çirkin olurmuşum onu anladık :) Özlemişim kız kıza toplanmayı, iyi hissediyor kendini insan iyi ki varlar :)

Hafta içi buluşunca iş yerlerimize yakın mesafede olduğu için Elvan'larda kaldık. Karşılıklı yatak açtılar Seval ile bana. Geç saat olunca önce uyumaya çalıştık, sonra bir sürü şeyden konuştuk en sonunda da "kanka açıl ben geldim" diyerek yastığıyla geldi yatağıma. Sarılıp bir güzel uyuduk. Tek kişi yayıla yayıla uyumak varken ne gerek var iki kişi aynı yatakta uyumaya diye düşünenlere beraber kaldığımız hiç bir yerde ayrı uyumadık ki biz :)

Biraz önce aklıma Seval'in Uğur Polat'ı izlerken ki hali geldi. Anlatılmayıp yaşanacak cinstendi o yüzden pek başarılı olamayacağım. Seval'in suratına bakıp acaba oyunun bu kısmı komik mi ben de mi bir sorun var diye bayağı düşündüm. Sonra anladım ki aynı surat ifadesiyle izliyor hatun. İnsan bir buçuk saat boyunca aynı gülümsemeyle bakar mı bir adama. Tabi oyunun sonunda Seval'i kolundan tutmak zorunda kaldım, atlardı sahneye yoksa Uğur Polat bana can borçlu :)


Bugün evde misafir vardı. Bir de çocuk mu desem canavar mı tam olarak bilemediğim sürekli oradan oraya koşan iki varlık. Önce yaptığım pastayı devirdiler, annesi geldi "ay Emelcim kusura bakma" dedi gülümseyen bir ifadeyle "ne demek hede hödö abla çocuk onlar" dedim. Sonra balkondaki cevizleri birbirlerine atarlarken yakaladım ki yerler cevizden görünmüyordu. Savaşçılık oynuyorlarmış çok yaratıcı dime.  Sonra sıvı sabunu banyo havlusuna boşaltmasını da anneye bir gülümsemeyle geçiştirdim. Taa ki kızkardeşimin eşinin hediye ettiği inekli kupamı kırana kadar. Önce anneye "ah çocuğa birşey olmasın önemli değil iyi ki bir tarafına batmadı" dedim içimden aksini geçirsemde ama akabinde çok seviyordum ben onu ya diye bağırarak ağlamak istedim. Kupa kırılınca anneye gülümsemedim gıcık gıcık baktım hatta. Gün itibariyle çocuktan soğudum lan. Bir de kupa inekliydi evet .

Yeni yılda ıslak kumlara kalp resmi çizip yanına da adımı yazan sonra da bunu facebookta profil resmi yapan bir sevgili istiyorum. Evet istiyorum bunu .

Canım kankam iyi ki doğmuşsun lan . Hatta seni anan benim için doğurmuş isimli güzide şarkı benim sana olan duygularıma cuk oturur. İthafımdır.

1 Ocak 2011 Cumartesi

...

Birşey istemiyorum yeni yıldan, göğüs kafesimi biraz gevşetsin yeter.